Ejderha dövmeli kız



   The Girl With the Dragoon Tatto ya da Türkçe’ye çevrilen adıyla Ejderha Dövmeli Kız, David Fincher’ın izlediğimiz son filmi. Filmle ilgili konuşmaya başlamadan önce David Fincher hakkında -yeterli olmasa da- birkaç kelime etmek gerek. Aslında hepimiz, kendini Se7en ile ispatlayan yönetmeni Fight Club’tan tanıyoruz. Kült filmlere imzasını atan Fincher, The Curious Case of Benjamin Button gibi alışık olmadığımız tarzda bir filmle karşımıza çıktığında bile, başarısından ödün vermedi. Geçen yıl Facebook’un hikayesini anlattığı The Social Network ile uzun bir süre gündemde kaldı ve Lisbeth’i namı diğer ejderha dövmeli kızı canlandıran Rooney Mara’yı, Mark Zuckerberg’in, her şeyin başlamasına neden olan eski kız arkadaşı rolünde izledik.
   Aslında The Girl With the Dragon Tattoo, Stieg Larsson imzalı, Milenyum Üçlemesi’nin ilk kitabı. Ülkemizde de çok satanlar rafında yerini alan bu kitabın film uyarlaması haliyle daha öncelere dayanıyor. Bir İsveç yapımı olan Män Som Hatar Kvinnor, Kadınlardan Nefret Eden Adam, 2009 yıllı ilk uyarlama. Hatta en az Fincher’ınki kadar iyi ve etkili. Yönetmenin filme yeni şeyler katmadığını, yalnızca olanı daha güzel, daha süslü görmemizi sağladığını söyleyebiliriz. Çünkü bu kalabalık ve yoğun film, ilk versiyonu izlememiş veya kitabı okumamış olanlar için yakalanması biraz zor olabilir.
                                                                   
  Ejderha Dövmeli Kız’ın hikayesi özetle şöyle: Mesleği tehlikede olan gazeteci Mikael Blomkvist, zengin bir iş adamı tarafından ailesindeki karanlık bir olayı aydınlatması için tutulur. Cinayetin peşine düşen Blomkvist, filme adını veren ejderha dövmeli kızla, aynı zamanda bir hacker olan Lisbethle tanışır ve cinayeti beraber çözmeye çalışırlar. Sözü geçen cinayet, çok iyi kurgulanmış, ince ayrıntılara sahip ve içinde birçok ironi barındıran bir olay. Ama Fincher’ın filminde eksik olan nokta, yazarın cinayet üstünden vermek istediği mesaj. Kitap temelde, geniş bir aşırı sağ eleştirisi. Yazarın yaşamına baktığımızda kendisinin sosyalist düşünce tarzını fark ediyoruz. Böylece kitapta ve filmlerde geçen tüm Nazi meselesini belli bir çerçeveye oturtabiliriz. Buna rağmen Fincher’ın filminde, tüm Nazi olayı ve eleştirisi, yönetmenin üstünde durduğu aksiyonun ve karakterler arasındaki ilişkinin gerisinde kalmış. Ön bilgisi olmayanlar için anlaşılması zor bir mesaj halini almıştır.
    Filmedeki sır perdesi bir yana, Lisbeth’in hayat hikayesi başlı başına bir film olma kapesitesine sahip. Çocukluğundaki babasıyla ilişkileri ve ardından gelişen olaylar, onu bir anti-kahramana dönüştürmüş. Ama henüz elimizde Lisbeth’in geçmişiyle ilgili kesin ip uçları yok. Özellikle feminist çevrelerden tepki alan tecavüz sahnesi, kafamızda Lisbeth’in yaşadıklarıyla ilgili fikirlerin oluşmasını sağlıyor. Haliyle filmin merkezinde Lisbeth Salender karakteri var. Lisbeth, zeki, güçlü, sorunlu bir genç kadın. Filmin İsveç yorumunda, Lisbeth Salander’ı, Sherlock Holmes A Games of Shadows filminde, falcı rolünde izlediğimiz Noomi Rapace canlandırıyor. Ve bunu öyle güzel başarmış ki, Rooney Mara’nın performansını yetersiz buluyoruz. İlk Lisbeth’in hislerini anlayabiliyorken, diğerinin soğukluğuyla karşılaşıyoruz, bir şeylerin eksikliğini hissedebiliyoruz. Ama bu Mara’nın kötü bir iş çıkardığını göstermiyor elbette.

   İki saatlik bu karanlık filmin insanı rahtsız ettiği ve huzurunu kaçırdığı doğru. Ama bu filmin bir zaman kaybı olduğunu değil, ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Sadece Fincher’ın bir edebi yapımı nasıl uyarladığını görmek ve Rooney Mara’nın enfes yüzünü izlemek için bile seyredilmesi gereken bir film. Son olarak ekleyelim filmin 5 dalda Oscar adaylığı bulunmakta.

Ejderha dövmeli kız için “0 yorum” bulunmaktadır.

Bu Bir 'WebPlusBlog' Ürünü Olup Tüm Hakları Saklıdır®www.webplusblog.blogspot.com