2010 yapımı Lübnan asıllı Wajdi Mouawad’ ın oyunundan sinemaya uyarlanmış olan filmin yönetmenliğini Denis Villeneuve üstleniyor.
Film bir pencereden görünen manzaranın genel çekimiyle başlıyor . Pencereden içeri girdiğimizde köhne, eşyasız bir odada silahlı adamlar eşliğinde çocukların saçlarının tıraş edildiğini görüyoruz. Kamera bir çocuğun ayağındaki 3 bene odaklanıyor .
Lübnan asıllı, hayatının büyük bir bölümünü de Kanada’ da geçirmiş olan Nawal Marwal’ın vasiyetinin okunmasıyla ikiz çocukları Simon ve Jeanne bir ağabeylerinin olduğunu ve bununla beraber babalarının da hayatta olduğunu öğrenirler. Simon’ a miras olarak ağabeyini bulup ona annesinin mektubunu vermek kalırken Jeanne’ nin payına da babasının mektubunu iletmek düşer.
Simon annesinin istekleri normal(!) olmadığı için bu işe yanaşmaz. Jeanne ise asistanı olduğu hocasının da desteğiyle Lübnan’ a gitmeye ve annesinin Kanada’ dan önceki hayatının izini sürmeye karar verir.
Geçmiş ile günümüzün paralel olarak ilerlediği filmde bir yandan Nawal’ in hayatına tanık olurken bir yandan kızının ve bir süre sonra ona katılan oğlunun da bu hayata tanık oluşlarını izliyoruz.
Hristiyan Nawal müslüman Vahab’ a aşık olmuş ve Vahab bu yüzden Nawal’ in kardeşleri tarafından öldürülmüştür.Bu sırada hamile olan Nawal çocuğunu yetimhaneye vermek zorunda kalır ve üniversiteye başlar.
Jeanne ise hocasının deyimiyle denklemi çözmeye bilinenlerden başlar. Annesinin okuduğu üniversiteye gider ve burdan elindeki annesine ait fotoğrafın hapishanede çekildiğini öğrenir. Daha sonra doğduğu köye gider.Geçmişte yaşananlar nedeniyle burda pek hoş karşılanmaz.
Filmde arka planda işlenen Lübnan iç savaşının sadece müslüman – hristiyan çatışmasına indirgenebilirmiş gibi gösterilmesi film adına bir zayıflık olsa da iki taraftan birini tutma yoluna gidilmemiş olması bir artı sayılabilir. Özellikle Nawal’ in yetimhanedeki oğlunu aramaya giderken yolda minibüse binebilmek için boynundaki haçı çıkarıp başına eşarp bağlaması ve yine aynı minibüste hayatını kurtarmak için haçını çıkarıp ‘ben hristiyanım’ demesi oluşturduğu tezatlıkla arada kalmışlığı ve savaşın halkı nasıl etkilediğini göstermek için iyi bir sahne.
Filmde bir çok sahne başlangıçta hikayeden bağımsız durmasına rağmen zamanla anlamlandırılmış. Bu şekilde bağımsız duran sahnelerin filme bağlanmasıyla hem Simon ve Jeanne’ın hem de seyircinin aradığı cevaplar filme yayılmış durumda. Başlangıçtaki üç benin Nawal’ in doğum sahnesiyle beraber oğluna ait olduğunu görmemiz , Nawal ‘ in rahatsızlandığı havuz sahnesinin filmin sonunda başka açıdan tekrar verilmesi ve vasiyetinde ‘sözünü yerine getirmeyenlerin mezar taşı olmaz’ diyen Nawal’in doğumda oğlunu bir gün bulacağına dair söz vermesi bu durumun örneklerinden.
Bunların yanında filmin sona yaklaşmasıyla daha da iyi anlaşılıyor ki Nawal Marwan çocuklarına aslında kendisinin cevabını bildiği bir soruyu emanet ediyor. Çocukların annelerinin yaşadığı acılara dair öğrendikleri her bir gelişmenin aslında onlar ve seyirci için filmin finaline yapılan psikolojik bir hazırlık olduğunu düşünüyorum.
Filmin sonunda tüm bu arayışlar neticesinde Simon ‘ın ailesiyle ilgili ulaştığı en önemli bilgiyi ‘1+1 1 eder mi ‘ şeklinde ifade etmesi film için özet bir cümledir. Filmin başlarına dönecek olursak Jeanne ve hocasının derste oldukları sahnede hocası şöyle der : ‘ Şu ana kadar matematiğin kesin problemlere kesin cevaplar verdiğini düşünüyordunuz. Şu anda bambaşka bir maceraya adım atmak üzeresiniz. Konumuz sizi sürekli başka problemlere götüren çözülemeyen problemler olacak…’ Bu cümleleri filmin sonunda tekrar okuyunca filmin tamamı için söylendiğini çıkarabiliriz aynı şekilde bu cümlelerin devamında Jeanne bu tür problemlerden ‘Syracuse problemiyle başlayalım’ der ve sahne biter . Syracuse problemi ise’ 1+1 1 eder mi’ cümlesinin matematikte vücut bulduğu alandır.
Mektupların yerine ulaşması ise başlangıçtaki belirsizliğin yerini rahatsızlık hissine bırakıyor.
‘1+1 2 eder, 1 etmez’
‘1+1 1 eder mi’
İçimdeki Yangın ( Incendies, 2010) için “0 yorum” bulunmaktadır.