Nar (2011)



“Dürtme içimdeki narı, üstümde beyaz gömlek var!”

Nar yönetmen Ümit Ünal’ın filmi. Film adıyla mütenasip bir şekilde nar metaforu üzerine şekilleniyor. Nar tanesi, kitlelerin hüküm sürdüğü, bireyin kalabalıklar arasında kimliğini yitirdiği çağda bireyi temsil ederken, nar ise yönetmenin zihnindeki alemi resmediyor. Ümit Ünal’ında ifadesiyle tüm nar taneleri birbirine benziyor, bu nedenle filmin sonunda karakterler kimliklerini yitirip birbirlerinin yerine geçiyor. Ve aynı olaylar tekrar başa dönüp yaşanmaya başlıyor. Bu da bize karakterlerin değil, olayın önemli olduğunu, dolayısıyla anlatıya odaklanılması gerektiğini söylüyor. Tabi ki karakterlerin temsilinin önemsiz olduğu anlamında değil, sadece herkesin herkes yerine geçebileceği, yaşanan olayın herkesin başına gelebileceği noktasında. Filmin en başında dağılan nar tanelerinin ‘flashback’ yani geriye dönük olarak gösterimi, dolayısıyla nara dönüşü, alemde yaşanan olayların fiili olarak yeniden aleme dönüşünü gösteriyor. Alemin bir parçası olan yaşananlar ve karakterlerin alem üzerindeki etkisi fiiliyatta bir geri besleme gibi etki ediyor. Bir sebebin sonucu yapılanlar başka olaylara sebep teşkil ediyor ve vukua gelen o olayların sonucu da yine bir başka sebep dairesine giriyor.
Üç Nar Tanesi…
Filmde çeşitli şekillerle birbirleriyle ilişkili üç karakter üzerine kurulmuş. Kızının intikamı için gelen Asuman, Doktor Sema ve ev arkadaşı Deniz’in yaşanan bir acı sonucu bir araya gelip yüzleşmek ve hesaplaşmak zorunda kaldıkları olayları anlatıyor. Bu hesaplaşma olayın sorgusundan, kişilerin kendi iç sorguları ve birbirleriyle olan ilişkilerinin sorgusuna dönüşüyor. Sadece Doktor Sema’nın yıllar önce attığı bir imzanın hakikati değil ortaya çıkan. Afişe olan asıl gerçek Sema’nın, Deniz’in, kapıcının karakterleriyle ilgili olan gerçekler nar taneleri gibi kendi benliklerinden koparak dağılıyor ve meydana dökülüyor.
Olay evde yaşanıyor. Korunması gereken sahip olduğumuz özel alan. Tüm özel ilişkileri geliştirdiğimiz mekan olmasının yanı sıra, çoğunlukla benliğimizi inşa ettiğimiz sığınak. Eve giren Asuman bilgelikle desteklenmiş yabancı bir düşman ev sakinleri için. Mistik halleri, metafizik varlıklarla teması, bilgece söylediği hakikatlerin yadsınamazlığı bunların delili gibi. Ancak amacı ev sakinlerini rahatsız edeceği için, hakikati de söylese her daim ‘yabancı’ ve ‘düşman’ onlar için. İnsan düşmanıyla, yani kendisinin içindeki bir başka kendisiyle, gölgesiyle karşılaşmadan da kendini tam anlamıyla tanıyamıyor. Bu nedenle Asuman’ın eve girişiyle bütün kişilikler bir bir çözülüyor, maskeler düşüyor.
Doktor Sema çalışan, kazanan, tuttuğunu koparan, kapitalist ekonominin mihmandarı bir karakteri temsil ediyor. Kapitalist zihniyet çalışmasında değil, çalışırken güttüğü hırsta ve kazanırken hiçbir değer yargısı tanımamasında barınıyor. Narın yarılıp nar tanelerinin dökülmesiyle O da içinde sakladığı Sema’yı çıkarıveriyor ortaya ve sevgilisi Deniz hakkındaki düşüncelerini kusuyor.
Deniz ise geçim sıkıntısı değil ama can sıkıntısı çeken, sanatlarla ilgilenen, kendisini entelektüel faaliyetlerle oyalamaya çalışan, bunu bir hobi gibi yapan ‘bilgiç’ bir karakter. Hikayenin başında oynadığı oyun, derinlerde açılan ve bir daha asla kapanmayacak bir yaranın açılmasına sebep oluyor, Etrafındaki insanlarla kişiliğini şekillendirmiş bir insanın, etrafındaki insanların hiç de bildiği gibi olmadığını ve kendisini sandığı gibi görmediğini öğrendiğindeki dünyasının yıkılışı Deniz karakterinde vücuda gelmiş.
‘Kapıcı’ ise evi, apartmanı koruyan ve savunan adam. Belirli bir jargonla konuşan, vicdandan dem vuran, aynı zamanda ‘yemediği nane’ de kalmayan bu adam yönetmenin tasavvurundaki muhafazakar insanı temsil ediyor. Kapıcı olmasındaki anlam da burada beliriyor. Kapıyı bekleyen ve evi koruyan. Bu tasavvur filmin sonuna doğru kapıcının vicdanı doğru kullanmasıyla, hatta diğerlerine unutulan vicdanı hatırlatmaya çalışmasıyla(-Vicdan, eski bir kelime!) kadim görevini ifa edercesine olumlu bir minvalde gelişiyor.
 
Ölülerin Dilini İnsan Niye Öğrenmek İstesin ki?
Asuman’la Deniz arasında geçen bir diyalog bu. Deniz’in Sümerce ile uğraştığını öğrenen Asuman’ın tepkisi. Sümerce artık insanlar arasında konuşulmayan bir dil. Dolayısıyla bir zamanlar yaşayanların yani ölülerin dili. Görünmeyenlerin, gayb olanların dili. Çağın dili de böyle. Birbirini görmeyen insanlar ölülerin dilini konuşuyorlar. Ölülerin dilinden anlamak ayrı bir çabayı gerektiriyor. Herkes okuyamıyor bu çağı bu yüzden, herkes bilemiyor. Herkes anlayamıyor ölüleri, Roy Anderson’un Siz Yaşayanlar’da betimlediği yaşayan ölüleri! Bu çizgide gidersek, Asuman’ın da görünmeyenlerin(onlar) dilinden anlaması, insanı okumasıyla alakalı. Asuman’ın bilgeliğine bir işaret de bu anlayışı. Aslında Asuman elbette ki biliyor, insanın neden ölülerin dilini öğrenmek istediğini, ancak o karşısındaki insanda bunu konumlandıramıyor belki de. Çünkü kendisi de ölülerin dilini bilen ve anlayan biri.
Kapıcının da işaretiyle ölülerin dili artık vicdan. Kapıcı demiyor muydu “ Vicdan eski bir kelime” diye. Unutulan her şey ölmeye mahkum. Değer de, dil de vicdan da. Tıpkı Sümerce gibi…
 
Dünya Böyle İşliyor…
Sema’nın çığlıklarında kapitalist düzen, vicdanı dışlayan yaşam anlam kazanıyor. “Dünya böyle işliyor!” İş yaşamı kendisine ait kuralları barındıran, kendi hukuku, yasası, sistemi olan ve herkesin çalışmak zorunda olduğu bir dünyada insanları şekillendiren bir dünya. Görünen dünyada görünmeyen başka bir dünya. Bizzat içinde olunup yaşanan dolayısıyla uzaktan bakılıp değerlendirilemeyen, akışın gidişatının seçilemediği bir dünya. Ve bu dünya ne yazık ki böyle işliyor!

Nar (2011) için “0 yorum” bulunmaktadır.

Bu Bir 'WebPlusBlog' Ürünü Olup Tüm Hakları Saklıdır®www.webplusblog.blogspot.com